20 – 23 Haziran, 2019, İtalya – Trieste, Verona
20 Haziran Perşembe
Koray’ın arabayı akşamdan kiralayıp gelmesi sayesinde sabah 5:00’te Trieste’ye doğru yola çıktık. Navigasyon 2 farklı rota gösteriyor, birisi Slovenya’dan, diğeri Avusturya içerisinde biraz daha batıya giderek İtalya‘ya giriyor. Slovenya yolu yarım saat daha kısa göründüğü için onu seçiyoruz. Yalnızca geçişte 15 Euro’luk bir vignette almak gerekiyor. Yani otoyol taşıt pulu. Pulu satan dükkanda güzel indirimli ürünler var. Duygu 10 Euro’a bir babet, Eda’ya da 1-2 ufak oyuncak alıyor. Fakat bu bize kazandığımız süreyi geri kaybettiriyor.
Slovenya’da biraz daha ilerledigimizde otobanda ciddi bir trafik sıkışması var. Navigasyon (waze) bizi arka köy yollarından götürüyor bir süre. Ama en sonunda yine az da olsa otobanda sıkışıyoruz. Sonuç olarak 5 saat sürmesini beklediğimiz yolculuğumuz 10 saat sürüyor ve 12:00’de Trieste’ye giriyoruz. Havanın sıcaklığıyla birlikte ilk gezimiz Fontana di Barcola sahil kıyısı. Adriyatik denizinde senenin açılışını yapacağız.
Arabayı parkedip sahile yürüdüğümüzde tam bir halk plajı görüyoruz. Denize kayalıklardan giriliyor. Sahil boyunca herkes havlusunu serip yayılmış. Yer yer büfeler ve duşlar var. Biz de kendimize güzel bir yer seçiyoruz. Eşyalarımızı bırakmamak için önce Koray sonra da ben sırayla denize girip çıkıyoruz. Deniz dalgalı ve çok berrak değil. Bu nedenle kısa bir giriş çıkış oluyor 🙂
Bu kısa deniz açılışı sonrası karnımız iyice acıkıyor. Artık şehir merkezine gidip orada da yiyecek birşeyler bulmanın zamanı geldi. Arabayı Piazza Unita d’italia‘nın sahil tarafındaki otoparka koyuyoruz. Burdaki otopark sistemini anlamakta başta biraz zorlanıyoruz . Park yerinde yalnızca bozukluk kabul eden ve para üstü vermeyen makineler var. Attığın para kadar üzerinde süre olan kağıt basıyor ve o saate kadar geçerli oluyor. Diğer seçenekse Easy Park uygulamasından saat ayarlaması da yaparak gitmek. Sonra uzatmak da mümkün olduğu için bunu tercih ediyoruz.
Trieste gezimize çok iyi hazırlanmadığımızı farkediyoruz arabadan inince. Nereleri gezeceğiz, nerelerde yiyeceğimiz hakkında bir plan yok elimizde. Google maps’ten güzel bir yer seçip oraya bir bakmaya karar veriyoruz. Gittiğimizde kapanmak üzere olduğu için yol üzerinde gördüğümüz Trattoria La Piazzetta’ya oturuyoruz. Duygu çok güzel kızarmış sardalyalarla birlikte roka-domates salatası söylüyor. Koray da kuşkonmazlı lazanya. Koray lazanyadan süper memnun kalmasa da idare ediyor. Bir şarap ve bir birayla birlikte toplam 48 Euro vermek biraz fazla geliyor.
Karnımız doyunca biraz şehri gezmeye odaklanabiliyoruz. Piazza Unita D’italya Trieste’nin en büyük meydanı. Şu anda 21 yaş altı futbol turnuvası nedeniyle kocaman bir halısahaya ev sahipliği yapıyor. Sokaklardan yürüyerek biraz tepelik kısma doğru dolaşmaya başlıyoruz. Arco di Riccardo milattan önce 33 yılında yapılmış antik bir kapı. Şu anda Trieste evleriyle duvar duvara iç içe geçmiş durumda. Tam arkasında tepenin biraz daha üst kısmına yerleşmiş olan Basilica Papale di Santa Maria Maggiore var. Katedral dışarıdan çok gösterişsiz ve düz olmasına rağmen içeriye girince oldukça özenli ve gösterişli haliyle bizi şaşırtıyor.
Bir sonraki durağımız Cattedrale di San Giusto‘ya yine Trieste’nin ara sokaklarındaki taş yollardan tırmanarak çıkıyoruz. Sokaklarda müthiş bir hanımeli kokusu var. Bu katedral de bizi mor yaldızlı kubbesiyle oldukça etkiliyor.
Katedral gezimiz bittikten sonra yeniden sahile inip arabayı alıp Castello di Miramare‘ye doğru yola çıkıyoruz. Burası Avusturya kralı Franz Joseph’in kardeşi Maximilan’in yaptırdığı ve Meksika’ya sürülmeden önceki yıllarda yaşadığı müthiş bir yapı. Nerdeyse 3 tarafı denizle çevrili olacak şekilde Adriyatik deniziyle sarmalanmış küçük bir buruna kurulu bahçeler ve büyük bir köşk. Uzun bir aradan sonra deniz havası almak bize de çok iyi geliyor. Burayı da uzunca gezdikten sonra dönüş yolunda arabaya binmeden Koray hızlıca bir denize cuplayip çıkıyor. Artık çok yorgun ve bitkiniz. Karnımız acıkmadığı için akşam yemeğini es gecip direk otelimize gitmeye karar veriyoruz.
Airbnb’den tuttuğumuz oda oldukça merkezi bir noktada. Duygu bitkin bir halde olduğu için duş alıp hemen yatağa gömülüyor. Koray bir kaç gezi noktasına yakın olmanın verdiği gazla minik bir sokak turu daha yapmak üzere fotoğraf makinasını alıp dışarıya çıkıyor. 1 saat kadar dolaştıktan sonra o da geceyi sonlandırıyor. Otomatik kilit sistemli kapıdan girmesi zor olsa da ev sahibine ulaşarak başarıyor.
21 Haziran Cuma
Odamızın kahvaltı kısmı biraz zayıf. Paketli kruvasan ve kekler, cornflakes ve kahve. Güne erkenden büyük bir şeker deposuyla başlayıp Garda Gölü’ne doğru yola çıkıyoruz. Arabaya binmeden hemen önce şansımıza açık gördüğümüz bir manavdan birer elma ve süper bir kiraz alıyoruz. Hedef noktamız Garda Gölü’nün güneyindeki Sirmione yarımadası. Gölün en turistik noktası burasımyış, Duygu’nun şirketten aldığı tavsiyelerle orayı seçtik. Trieste-Sirmione arası 3,5 saat sürecek.
Yolda giderken duraklama noktası araştırmaları sırasında Duygu bir şarapevi/bağevi keşfediyor. Yarımadaya girmeden hemen önce. O bölgeye ulaşınca zaten burada pek çok şarapevi olduğunu keşfediyoruz. Yine de seçtiğimiz Ca Dei Frati’nin google yorumları çok iyi olduğu için oraya yöneliyoruz. Oldukça büyük bir yer. Tadım salonu da muazzam. Bölgenin drone’la çekilmiş kuş uçuşu tanıtımı ve uçsuz bucaksız şarap bağları… Katalogdan 5 tane şarap seçip sırayla deniyoruz. 3 tanesini almaya karar verip bu güzel yerden ayrılıyoruz.
Sirmione’ye geldiğimizde gölün içerisine incecik sokulan bu yarımadada arabayı parketmenin ne kadar zor olduğunu farkediyoruz. B planı karnımızın açlığıyla geliyor. Özel otoparkı olan otel/restoranlardan Villa Pioppi’ye girip yemek yiyoruz ve arabayı orada bırakıp yürüyerek yarımadanın ucundaki kaleye gidiyoruz. Koray hamburgerinden Duygu da makarnasından oldukça memnun kalıyor.
Castello Scaligero 13. yüzyılda bu bölgede yaşamış Scaligero ailesinin inşaa ettiği, neredeyse suyun üzerinde görkemle yükselen buranın en meşhur turistik noktası. Kaleye girmeden önce aşağıdaki turistik meydanda neredeyse top büyüklüğündeki limonlarını asmış ve o limonlardan yaptığı soğuk limonataları satan bir tezgah var. Bir tane buz gibi limonata alıyoruz, gerçekten süper!! Dönüşte limonlardan da almaya karar veriyoruz 🙂
Kaleyi köşe bucak gezdiktan sonra sıra yüzmeye geliyor. Kalenin 100 metre ilerisinde bir halk plajı var. Burada yine sırayla suya girip çıktıktan sonra dönüş vakti geliyor. Duygu “herkesin aldığı köşeden” dondurmasını alırken güzel bir kazık yiyor. 1 top dondurma beklerken dondurmayı kepçeyle koyan kız “vitamine vitamine!” diyerek kocaman dondurma topunu eline tutuşturuyor. 20 dakikalık arabaya dönüş yolunda bu dondurmayla mücadelesi devam ediyor tabi ki.
Buradan sonra artık Verona‘ya geçeceğiz. Sirmione – Verona arası 1 saatten kısa sürüyor. Bu sefer öncelikle otele eşyalarımızı indirip arabayı hemen yakındaki kilisenin önündeki parka park ediyoruz. Arabanın burada kalacağı 2 gün ayrıca bir heyecan ve Easypark uygulamasından park yenileme konseptiyle geçecek. Otelimiz B&B Duomo. Yaşlı bir çiftin işlettiği, süper merkezi ama bir o kadar da garip bir yer. Apartman dairelerinin odalarını kiralayıp aynı sistemde paketli kahvaltılıkları kahvaltıdan sayıyorlar. Yeri nedeniyle yine tercih edilebilir ama klima vs. olmaması bu mevsimde büyük dezavantaj.
Eşyalarımızı bıraktıktan sonra biraz şehri dolaşıp yemek yemek üzere çıkıyoruz. İlk hedefimiz yakınımızdaki Ponte Pietra. Verona’nın tarihi şehri, etrafı nehirle sarılı bir yarımadacık. Planımız genelde bu yarımadanın içinde takılmak. Ponte Pietra nehrin üzerindeki yaya köprülerinden birisi. Buradan yeniden şehir içine yönelerel Piazza dei Signori ve yanındaki Piazza della Erbe’ye doğru şehrin dar sokaklarından yürüyoruz. Scaliger Tombs gibi dışarıdan görülebilecek bir kaç noktadan ve sarayların önünden geçiyoruz. Şehre ilk bakış 🙂
Akşam yemeği mekanımız Vedat Milor‘un İtalya kitabından bir tavsiye: Trattoria al Pompiere. “Basit ama kuvvetli lezzetleri var” diye tanımlıyor Vedat Milor burayı. Tek problem garsonların İngilizce bilmemeleri ve hatta anlamamaları. Yan masayı gösterip onların yediğinden desek bile başka bir versiyonu geliyor şarküteri tabağının. Yanına da et yemeği sipariş vermiştik ama o kadar anlaşamamışız ki, şarküteri tabağı kocaman bir şey gelince eti iptal ediyoruz. Şarabımız da gayet güzel. Valpolicella Superiore. Buraların yerel şarabı. Bu keyifli yemek bizi öyle çok doyuruyor ki meşhur tiramisudan yiyemeyecegiz. Yemek sonrası odamıza kısa bir durak uğrayıp gelirken gördüğümüz Archivio isimli bara giriyoruz. Kendi keşifleri değişik kokteyllerinden birer kadeh yorgunluğumuzla bize yetiyor ve odamızın yolunu tutuyoruz.
22 Haziran Cumartesi
Bugün Verona günü. Bu güzel şehri köşe bucak gezeceğiz. Sabah erkenden kalkıp ev sahibimizin kahvaltılıklarından yalnızca muz alıyoruz, ve biraz da kirazlarimizdan yiyerek erkenden çıkıyoruz.
İlk durağımız yanıbaşımızdaki Cattedrale di Santa Maria Matricolare‘da ayin olduğu için giremiyoruz. Sonra nehrin karşısına geçip karşıdan Roma Tiyatrosu’na (Roman Theater) bakıyoruz. Ve açılış saati geçmiş olmasına rağmen kapalı olduğunu görmek bizi şaşırtıyor. Yeniden Ponte Pietra’daki piyanistin yanından geçerek Santa Anastasia kilisesine bakıyoruz. Orada da girişin paralı olduğunu görünce girmekten vazgeçiyoruz. Saat 10:00 olunca yeni hedefimiz nehrin karşı kıyısından fünikülerle kaleye çıkmak. Fünikülere (Funicolare di Castel San Pietro) gittiğimizde kalenin ve Roma Tiyatrosu’nun restorasyon nedeniyle kapalı olduğunu öğreniyoruz. Yine de 2 Euro’ya yukarıya çıkıp şehri yukarıdan panorama manzara noktasına çıkmaya karar veriyoruz. Bugün hava kapalı ve biz yukarıdayken yağmur atıştırıyor epeyce. Neyse ki çok uzun sürmüyor. Manzaranın tadını çıkardıktan sonra hafif kahvaltımızın etkisiyle karnımız iyice acıkıyor. Googledan pizzacılara baktığımızda 1-2 ayaküstü pizzacı haricinde tüm pizza restoranlarının 12-12.30 civarı açıldığını görüyoruz. Mecburen hedefimizi dün gezerken gözümüze kestirdiğimiz Piazza della Erbe meydanındaki Saporé Pizza Stand-Up‘a yöneliyoruz. İtalya’nin kuzeyinde pizzaların en büyük özelliği kalın, yumuşacık ve pofuduk bir hamurdan yapılmaları. Üzerinde lezzetli sebze ve etlerle sokakta yediğimiz bu pizzalara bayılıyoruz. Daha çok Duygu bayılıyor 🙂 Koray’ın malzeme beklentisi biraz daha yüksekti galiba.
Doymuş karınlarımızla sırada Juliet’in Evi (Casa di Giulietta) var. Burası sanırız Verona’nın en popüler noktası. Juliet’in meşhur balkonu ve avludaki bronz heykelinin göğsünü şans için avuçlayan yüzlerce insan. Aşkın sembolü olan bu balkona aşağıdan bakip karşıdan fotoğrafını çekmekle yetiniyoruz. Bu kalabalıkta içeriye girmeyi gözümüz yemiyor.
Bir sonraki hedefimiz ise Ponte Scaligero. Şehrin öbür ucundaki tarihi köprü. Fakat giderken yol üzerinde Duygu’nun efsanevi bir şaşkınlığını farkediyoruz. Kendimizi Verona Arena’nın önünde bulmamızla aslında buranın yalnızca basit bir opera binası olmadığını, mutlaka görülmesi gereken tarihi bir Roma Amfitiyatrosu olduğunu anlıyoruz. Duygu’nun araştırmalar sırasında es geçtiği tiyatro oldukça görkemli ve halen opera performanslarının sahnelendiği görkemli bir yapı ilarak şehrin orta yerinde tüm ihtişamıyla dikiliyor. Orta çaplı bir kriz sonrası önce bir kahve molası, sonra köprü, sonra da Arena planlıyoruz. Ponte Scaligera mimari olarak çok ilginç bir köprü olsa da çok fotojenik değil. Karşıdan fotoğraflamak üzere nehir kenarına iniyoruz. Nehrin soğuk suyuna ayaklarımızı daldırmak tüm yorgunluğumuzu alıyor ve günün geri kalanı için bize bir enerji sağlıyor.
Arena’da akşamki Aida gösterisi için hazırlıklar turist gruplarının arasından devam ediyor. Bir an gösteriye bilet almak aklımızın ucundan geçtiyse de yalnızca numarasız biletler kaldığı için vazgeçiyoruz. Burası İtalya’daki Roma amfitiyatrolar arasında en büyük 4., dünyada ise 8. sıradaymış. Zamanında 30.000 kişilik kapasitesi olsa da günümüzde çeşitli sebeplerle bunun 15.000’i kullanılabiliyormuş. Bir kısmı şu anda restorasyon nedeniyle de kapalı olduğu için 10 Euro’luk giriş ücretini biraz pahalı buluyoruz, zira gezimiz çok kısa sürebildi.
Arena sonrası Koray odaya gidip gelecek, Duygu da Torre dei Lamberti için bilet alacak. Ama yolda La Stagione dell Gelato isimli dondurmacıdan güzel bir kap dondurma yiyerek 🙂
Lamberti kulesi yine şehrin meydanlarını yukarıdan görüp fotoğraflama olanağı sağlıyor bize. Yukarıda uzunca vakit geçirdikten sonra aşağıya Piazza dei Signori’deki marketten magnet ve tabaklarımızı almaya iniyoruz. Ardından son durağımız olan Verona Katedrali, yani Cathedrale di Santa Maria Matricolare’ye de uğrayıp odamıza çıkıyoruz.
Bu akşamki yemek için birkaç olasılığımız var. Ama skoru bu kadar yüksek olan restoranlarda rezervasyonsuz yer bulmak imkansız. Bir dahaki gezimizde önceden bunları bile planlayıp rezerve etmeliyiz.
En sonunda Ristorante Gireppia’da içerde bir yer bulabiliyoruz. Neyse ki herşeyden en çok da yemeğin sonundako tiramisudan memnun kalıyoruz!
Bu son akşamımızda Verona sokaklarında el ele yürüyerek odamıza dönerken Osteria Locandina Capella da birer kadeh daha şarabımızı içip bu güzel şehirdeki son akşamımızı da kapatıyoruz.
23 Haziran Pazar
Bugün Viyana’ya dönüş yolculuğumuz oldukça uzun. Tam 7.5 saat araba süresi var. Bu nedenle yolumuzun orta yerinde Avusturya’ya girdikten hemen sonra Wörthersee’de uzun bir mola vereceğiz. Sabah yine paketli kruvasanlardan ve kahve yanımıza alarak arabaya biniyoruz. Nilgün annenin kurabiyeleri kruvasandan çok daha cazip 🙂 4 saatlik yolculukta Duygu’nun uyuklamaları, Koray’ın can sıkıntısı, müzik vs. ile acıkmış olarak Wörthersee kıyısına yanaşıyoruz. Önce Krumpendorf kıyısına bakıyoruz fakat hava serin ve Koray’ın yine de göle girecek bir yer arayışı var. Klagenfurt kıyısına geçmeye karar veriyoruz. Villa Lido, İtalya tatilimizin kapanışı için güzel pizzası ve risottosuyla bizi karşılıyor. Tıka basa son bir yemek, yanında da Koray’a bira, Duygu’ya chianti derken havada güzelim bir güneş açıyor şansımıza. Yuvarlak göbeklerimizle sahil kenarında yürüyoruz. Havanın da güzelliğiyle oradaki Strandbad Klagenfurt’un kapısına yöneliyoruz. Kısa bir yüzme molası için para vermeye niyetimiz yoktu ama bir de bakıyoruz ki kapı açık, giriş serbest 🙂 Burası gerçekten çok güzel bir tesismiş. Kocaman iskelesinden yemyeşil Wörthersee’ye girip biraz keyif yapıyoruz. Sonra da Viyana yolumuzun ikinci yarısı için yeniden yola çıkıyoruz.